Akademisyenlerle Sohbetler: Dr. Bengi Ruken Cengiz
Bengi Cengiz lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde, yüksek lisans eğitimini ise University College London’da tamamladı. Sabancı Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde tamamladığı doktora tezinde Türk vatandaşlarının siyasi haklar, sivil özgürlükler ve sosyal haklar konusundaki algılarını siyasi parti tercihlerine göre inceledi. Doktorasını bitirdikten sonra Sabancı Üniversitesi’nde çeşitli lisans derslerinde öğretim görevlisi ve ders koordinatörü olarak çalıştı. Daha sonra İsveç Enstitüsü’nün doktora sonrası araştırmacıları için açtığı burs ile Stockholm Üniversitesi Türkiye Çalışmaları Merkezi’ne gelen Bengi, çalışmalarına halen burada devam ediyor. Daha öncesinde vatandaşlık haklarına dair algıları araştıran Bengi, son dönemde araştırdığı konulara otoriterleşme, demokratikleşme ve toplumsal cinsiyet konularını da ekledi.
Bengi ile hem akademik alandaki çalışmalarını hem de Türkiye ve İsveç arasındaki kültürel farkları konuştuğumuz bir sohbet gerçekleştirdik. Kendisi sohbetin sonunda okumak ya da çalışmak için İsveç’e gelmek isteyenlere önerilerde bulundu.
Conversations with Academics: Dr. Bengi Ruken Cengiz
Bengi Cengiz received her undergraduate degree from Boğaziçi University, Department of Political Science and International Relations, and her master’s degree from the University College London. During her Ph.D. studies at Sabancı University, Department of Political Science, she wrote her thesis on the perceptions of Turkish citizens on political rights, civil liberties, and social rights according to their political party preferences. After completing her Ph.D. she worked as a lecturer and course coordinator in various undergraduate courses at Sabancı University. Later, she received the Swedish Institute scholarship and came to Stockholm University Institute for Turkish Studies as a postdoctoral researcher. Bengi, who previously worked on the perception of citizenship rights, has recently expanded her areas of interest by adding authoritarianism, democratization, and gender issues into her research.
We had a conversation with Bengi about her research field and the cultural differences between Turkey and Sweden. At the end of our conversation, she gave some advice for those who want to come to Sweden to study or work.
Şu anki çalışma konunuz olan “vatandaşlık haklarına” sizi çeken ne oldu? Bu alan sizce neden önemli?
Benim iki temel motivasyonum oldu. Yüksek lisansımı insan hakları alanında yapmıştım ve insan hakları alanı, en azından benim içinde bulunduğum konjonktürde, daha çok hukuk alanından çalışılıyordu. Ben ise biraz daha hak kavramı, insan hakları kavramının teorik arka planına kaymıştım. Konunun siyaset teorisi kısmı daha çok ilgimi çekiyordu. Yüksek lisansımdan sonra Türkiye’ye dönüp Sabancı’da doktoraya başladığımda danışmanım Ayşe Kadıoğlu’ndan aldığım dersler hak ve vatandaşlık kavramına uzanınca, ben de tezimi o alana yönlendirmeye karar verdim. Daha doğrusu o alanı daha fazla önemsemeye başladım.
Bir de bunların yanı sıra, vatandaşlık üzerine okumaya başlayınca bu literatürün aslında 90’ların başında çok popülerleşen bir literatür olduğunu özellikle 2000’lerden itibaren ise daha çok göç üzerinden çalışılan bir literatüre döndüğünü fark ettim. Ama ben hak, ödev kavramlarının vatandaşlık kavramı ile ilişkisini kurmaya çalışırken bunların gerçek hayatta ne ifade ettiğini merak ediyordum. Bunun üzerine kafa yormaya başlayınca tez alanı böylelikle teorik alandan biraz daha ampirik alana kaymış oldu. En sonunda bu hak kavramının sıradan insanlar tarafından nasıl anlaşıldığını da öğrenmek istediğime karar verdim. Bu fikirle biraz doktora alanımı da genişletmeye başladım.
Neden önemli olduğunu düşünüyorum sorusuna gelirsek eğer, bana öyle geliyor ki biz aslında bu hak kavramını nasıl algılandığını anlarsak eşitlik isteme potansiyelinin, özgürlük isteme potansiyelinin, yani kısacası bizim demokratik gördüğümüz değerleri de talep etme potansiyelinin de nerede olduğunu anlamış olacağız. Biraz negatif bir yerden bakarsak eğer; sağ popülizm yükseliyor, otoriterleşme yükseliyor ve bunu talep eden kitleler var. Ben de diyorum ki “bunu talep etmeyen ama eşitlik talep edenler de var. Biz bunları vatandaşlık haklarına dair algılara bakarak anlayabiliriz.” Bu yüzden de vatandaşlık haklarının ampirik olarak çalışılmasının önemli olduğunu düşünüyorum.
İsveç’e geliş ve buradaki akademiye giriş sürecinizden biraz bahseder misiniz? Yaşadığınız zorluklar oldu mu? Zor olacağını düşündüğünüz ama kolay olan şeyler nelerdi?
Zor olacağını düşünüp kolay çıkan çok bir şey olmadı. Kolay olacağını düşünüp zor olan bir sürü şey oldu. Onlardan bir tanesi bence erişim problemi. Bu bir buçuk senenin sonunda gözlemlediğim kadarıyla İsveç akademisinin çok erişilebilir olduğunu düşünmüyorum. Burada bağlantı kurmanın zor olduğunu ve İsveç akademisinin içine kapalı olduğunu düşünüyorum. En azından kendi adıma bağlantı kurma girişimlerimin çoğu başarısız oldu. Ama bunun sebebini bilmiyorum açıkçası.
Kolay olacağını düşünüp zor olduğunu gördüğüm bir başka şey ise kariyerinde giriş seviyesinde olmak, çok ara bir halmiş bu onu fark ettim. Tam doktora öğrencisi gibi değil, ama tam zamanlı kontratı olan bir akademisyen gibi de değil. Özellikle finansal anlamda İsveç akademisinde herkesin aslında bir var olma savaşı verdiğini fark ettim. Çünkü hemen herkes maaşını, araştırma giderlerini projeler aracılığı ile sağlıyor ve bu yüzden herkes sürekli araştırma projesi yazmak durumunda. Bu beni şaşırttı. Bunu bilimsel bilgi üretimi olarak düşününce elbet çok güzel, herkes çok üretken, ama aslında başka bir bakış açısından da insanların iş garantisinin olmadığını gösteriyor. Bu anlamda da çok problemli buluyorum.
Gözlemlediğiniz kadarıyla İsveç akademisi ile Türkiye akademisi arasındaki farklar ve benzerlikler neler?
Bence farklılardan ilki, Türkiye akademisine göre burada hiç hiyerarşi yok. Eğer o kurumların içine girebiliyorsanız kariyerinizin hangi seviyesinde olduğunuz fark etmiyor. Bu bağlamda gösterilen saygı ve beklentiler açısından daha eşitlikçi bir kurum yapısı var. Türkiye’de akademinin içinde çok fazla unvan, yaş ve cinsiyet hiyerarşisi var.
Açıkçası iki akademinin arasında çok bir benzerlik göremiyorum. Gerçekten akademik kültürlerin çok farklı olduğunu söyleyebilirim. Çok genelleme de yapamıyorum, çünkü Türkiye’de içinde bulunduğum akademik kurumlar olan Boğaziçi ve Sabancı Üniversiteleri Amerikan sistemine göre düzenlenmiş kurumlardı. Eğitim dönemlerini nasıl düzenlendiğinden, derslerin nasıl verildiği ve yürütüldüğüne kadar her şey çok farklı. Ama bence emek bazında Türkiye’deki akademisyenler buradaki akademisyenlere göre daha fazla çalışıyorlar. Buradaki beraber çalışma kültürü ve araştırma gruplarının olması nedeni ile ortaya çıkan ürünün daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Belki Türkiye’de bu daha az, ama çok daha fazla çalışıyorlar. Ben Sabancı’da çalıştığım dönemden de biliyorum, bizim mesaimiz hiçbir zaman yediden önce bitmezdi ama burada bitiyor. Doğrusu bu zaten, insanlar böyle çalışmalı.
Öğrenci olarak ben de o değişimi hissettiğimi söyleyebilirim. Burada sekiz-dokuz saat maksimum dersim oluyor, ama İstanbul’da sabah dokuz akşam beş dersimizin olduğu zamanlar oluyordu.
Belki ders verme deneyimlerimi karşılaştırmak iyi olabilir. Ben burada da ders verdim, Türkiye’de de ders verdim. Burada ders verme tecrübem çok daha kolaydı, çünkü öğrenci sayısı çok daha azdı. Türkiye’de bir ekip olarak ortalama 200 öğrenciye ders veriyorduk. Burada maksimum 40 öğrenciye ders veriyordum. Hal böyle olunca burası çok daha idare edilebilir. İsveç’te Dersler Türkiye’deki gibi dört-beş ay kadar sürmediği için dersi kurgulamak daha kolay. Öte yandan mesela Türkiye’de 200 öğrencim vardı, ama bütün dönem ders verdiğim için öğrencilerle aramda daha uzun soluklu ilişkiler oldu. Dolayısıyla onların öğrenme eğrilerini daha iyi takip etme şansı bulmuştum. İsveç’te dersler beş hafta sürüyor, öğrenciler tam hocanın tarzına alıştıkları anda ders bitiyor. Öte yandan ders vermek akademisyen için çok iyi, çünkü ders verme süreci bittikten sonra kendi araştırmalarınızın üzerine yönelebiliyorsunuz. Sonuç olarak benim için alıştığımın çok dışında, belki daha az çalıştığım ama sonuçlarından çok da emin olamadığım bir süreç oldu.
İsveç’te çalışmak size akademik olarak ve kariyer bazında neler kattı?
Uluslararası bir ortamda çalışma deneyimi açısından çok iyi oldu çünkü etkileşimin nasıl olduğunu görüp deneyimlemek bile çok önemli. Ayrıca araştırma projesi yazma, oluşturma ve bu alanda fon veren kuruluşlarla proje yazımı ve geri bildirimlerin değerlendirmesini deneyimlemek açısından da çok yardımcı oldu. Çünkü benim tek deneyimim TÜBİTAK’tı. Burada çok daha rekabetçi bir durum söz konusu, o rekabetçi durumun içinde bulunmak benim için çok önemli bir tecrübe oldu. Farklı bir kurum kültürünü görmüş oldum. Ders verme, ders içeriği ve o iç hiyerarşinin olmadığı bir bağlamda akademisyen olarak çalışmak çok iyiydi. Bu açılardan çok kıymetli buluyorum. Akademinin içine girmek ve bir yer edinmek zor, ama hiçbir yer edinmeseniz bile bu deneyimleri bir buçuk senede kazandığım için çok memnunum. Vizyon kazandım diye düşünüyorum.
İsveç’te okumak isteyen ya da burada çalışmak isteyen kişilere ne tavsiyelerde bulunursunuz?
Okumaya Türkiye’den gelecekler için ders programlarına detaylı bakmalarını öneririm, bu anlattığım işleyişi öğrenmek lazım bence. Çünkü alıştığımız formattan çok farklı, bence Türkiye’den gelen bir öğrenci için çok şaşırtıcı olabilir. Beş-altı haftada dersin bütün gereksinimlerini yapıp bitirmek gerekiyor. O bölümün müfredatını, hangi derslerin ne kadar sürdüğünü öğrenmek lazım.
Çalışmaya gelen biri için ise Türkiye’de alıştığımız unvan, yaş, cinsiyet hiyerarşisinin burada olmadığını bilmek gerekiyor. Çok yabancılık çekilebilecek bir durum. Bunun dışında İsveç’te çok fazla bürokratik süreç var. Bu nedenle okulla, uluslararası ilişkiler ofisleri ile önceden iletişime geçip olabildiğince her detayı öğrenmeye çalışmak lazım. Hangi haklara sahip olduğunuzu, örneğin sağlık hizmetlerine erişiminin nasıl olduğunu ve gündelik yaşama dair bilgileri edinmek lazım.
Akademi için çok parlak konuşamayacağım açıkçası. Bence yapılan işin kalitesi anlamında Türkiye’de çok kaliteli, çok başarılı, çok iyi işler yapan akademisyenler var. O anlamda Türkiye’den buraya gelip çalışmayı planlayan insanların geride kalacağını asla düşünmüyorum. Ama burada kalıcı iş bulmak imkansıza yakın bir şekilde zor. Herkesin tecrübesi farklı elbet, ama benim kendimden ve çevremden gözlemlediğim kadarıyla süreç böyle gelişiyor. Hemen bir iş bulamayabilirsiniz, ulaşmak istediğiniz insanlara ulaşamayabilirsiniz çünkü kurumsal kapılar çok açık değil. Fakat kimse kimseyi kategorik olarak dışlamıyor. Aksine ben buraya geldiğimden beri kimseden ayrımcılık görmedim. Sadece buraya maddi, manevi biraz hazırlıklı gelmek lazım ki bu araştırmaları yaparken ve bağlantıları kurarken bir güvenceniz olsun.
Kuzey ülkeleri arasında online olarak birçok atölye ve konferans oluyor. Her şeyin online formata geçmesi vesilesi ile insanlarla bağlantı kurmanın kolaylaşabileceğini düşünüyorum. Bu kurulan bağlantılar ile buraya gelmek hiçbir tanıdığınız olmadan gelmekten çok daha mantıklı. Kariyer olarak giriş seviyesindekiler için bunu önerebilirim. Burada çok fazla insanın iş birliği yürüttüğü projeler var, araştırma takımları kuruluyor. O takımlara bir yerden girebilmek iyi bir başlangıç olabilir.
İsveç Enstitü bursu başvuru süreciniz nasıl gelişti? Bu burs ile gelmiş olmanızın bir artısı oldu mu?
Başvuru süreci bence diğer başvurular gibiydi, ekstra bir zorluğu yoktu. Bir araştırma önerisi yazmak gerekiyordu. Zaten böyle bir bursa başvuracak birinin aklında bir tasarı ya da halihazırda yazdığı şeyler vardır. İstenilen belgeler açısından hiç garip bir şey yoktu.
Buraya gelmeden önce de geldikten sonra da enstitü bünyesinde sizinle ilgilenen bir kişi oluyor. İlgilenen kişiler iletişime çok açıklardı. Geldikten sonra da bağlar devam etti ve bursiyer olarak sürem bitmiş olsa da bağlar daha devam eder diye düşünüyorum. Bence enstitü bursiyerlerine gerçekten önem veriyor. Sadece, bursa başvururken dahi bir takım bürokratik işlerin nasıl yürüdüğünü öğrenmenin önemli olduğunu düşünüyorum.
Interview by/Söyleşiyi yapan: İpek Sezer